nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa

nurigür

İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 21 Haziran 2025
Görüntüleme: 97

Her sabah doğan ışığın yönü, sadece bir günün başlangıcını değil, gölgenin düşeceği yönü de belirler; çünkü hakikatin nerede durduğunu anlamak için önce nerede karanlık olduğunu bilmek gerekir. Sessizliğe uyanan şehirler, çoğu zaman konuşamayanların değil, susturulanların çığlığıyla titrer. Bir çığlık toprağa düştüğünde gökyüzü susar; ama yıldızlar, o çığlığın tarihini kendi hatıralarına işler. Zulüm, sadece demir parmaklıklarla ya da patlayan bombalarla tezahür etmez; o, bazen bir unutuşla, bazen korkuya alkış tutan ellerin arasında gizlice büyür. Başkasına ait olan topraklara sahipmiş gibi hükmedenlerin kaderi, günün birinde o toprakların altında ezilmekle mühürlenir. Çünkü taşların bile hafızası vardır; çünkü toprak, üzerine dökülen her gözyaşını saklar ve zamanı geldiğinde hepsini adaletin nehrine akıtır. Zulümle yükselen her duvar, ardında bir yetim bırakır; yetimin gözünden düşen yaş, geciken adaleti bekleyen sabır gibidir: sessiz ama yıkıcı. Mazlumun yüreğinde yankılanan sessizlik, bir gün bir milletin yüreğine düşen kıvılcım olur. Gökyüzüne yükselen her alevin kaynağı, yeryüzüne ekilmiş bir kibirdir. Adaletin gecikmesi, zalimin cesaretini büyütür; ama o adalet, ne unutulmuş ne de vazgeçilmiştir, yalnızca vakti beklemektedir. Çocukların ellerinden alınan oyunlar, kadınların gözlerinden silinmeyen korkular, yaşlıların dizlerine çöken sessizlik, adaletin terazisinde ağır basan kefelerdir. Ve her adımda daha fazla kan döken zalim, sonunda kendi ayaklarının altındaki toprağı kana boğar. Bu kan, ne kahramanlık taşır ne de zafer; sadece kaybedilmiş bir insanlığın lekesidir. Zulmün ardına saklanan her yalan, sonunda kendi sahibini boğacak kadar büyür. Her susturulmuş çığlık, bir gün bir şehrin en kalabalık meydanında yankılanır. Barış, kanla değil, merhametle kurulur; toprak kanla sulanırsa, oradan yalnızca kin yeşerir. Adaletin kendisi sessiz kalabilir; ama mazlumun duası, evrenin bile dengesini sarsacak güçtedir. Her yıkım, önce bir kalbin kırılmasıyla başlar; her felaket, adaletsizliğin zamanla zehire dönüşmesiyle büyür. Bir şehir, zulümle abad olamaz; çünkü zulümle kurulan her düzen, kendi yalanlarıyla yıkılmaya mahkûmdur. Şehirler büyür, duvarlar yükselir, ordular silahlanır; fakat hiçbir güç, adaletin karşısında sonsuza kadar ayakta kalamaz. 

Devamını oku: İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı

Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 14 Haziran 2025
Görüntüleme: 127
  • Hatırlayış
  • Direniş
  • Şehadet
  • Medeniyet
  • Kıble Bilinci
  • Unutuş

Kudüs ve Gazze’nin üzerinde yankılanan sessizlik, sadece patlamamış bir bombanın bıraktığı boşluk olarak kalmadı benim içimde. Bu sessizlik, benden başlayarak bütün ümmete sirayet etmiş bir inkâr, bir unutuş, bir umursamazlık biçimine dönüştü. Her sabah gözlerimi açtığımda, başucumda duran o sessizlik bana bir uyarı, bir ikaz, bir hatırlatma gibi görünmeye başladı. Gazze’nin yanan sokaklarını izlerken, bir çocuğun gözlerindeki korkunun, kendi gözlerimdeki alışkanlığa karşı bir çığlık olduğunu fark ettim. Kudüs benim için hiçbir zaman yalnızca haritada işaretli bir alan olmadı. O yer, yeryüzünde en çok değer verilmesi gereken yön, ruhun istikameti, kalbin kıblesi oldu. Her yıkıntının altında molozlardan çok daha ağır şeyler yattığını içimde hissettim. Ümmetin unuttuğu sorumluluklar, terk ettiği ahitler ve sustuğu hakikatler o taşların altında sessizce beklemekteydi. Ben o sessizliğe kulak verdim. Ne zaman susmaya çalışsam, içimde bir haykırış duyuldu. Ne zaman uzak kalmaya çalışsam, Kudüs beni geri çağırdı. İçimde taşıdığım o çağrının izini sürecek başka bir yön, başka bir şehir, başka bir yoldaş bulamadım. Kudüs, sustukça büyüyen bir borç gibi içimde ağırlaştı. Bu borcu ödemek için ne bir orduya ihtiyaç hissettim ne bir kürsüye. Sadece kalbimi açmam, gözlerimi silmem ve secdede kıbleme dönmem yetti. Çünkü Kudüs’le yüzleşmek, aslında kendimle hesaplaşmak demekti. Ben o hesaplaşmadan kaçmadım. Her unutulmuş sure, bana Gazze’nin duvarında silinmiş bir ayet gibi görünmeye başladı. Her sessizlik, zalimin hanesine yazılmış bir alkış gibi içimde yankılandı. O yankı beni sarstı. Beni çağırdı. Ve ben o çağrıyı yalnızca duymadım, hayatımın yönünü değiştirecek kadar derinden hissettim. Bu yüzden artık Kudüs benim için sadece bir şehir değil, her sabah içimde dirilen bir direniştir. Ve bu direniş, beni dönüştürdü. 

Gazze, ekranda gördüğüm yıkıntıların ötesinde bir manaya sahip oldu benim için. Her çocuğun attığı taş, sadece bir savunma hareketi değil; içimdeki donmuş hakikati uyandıran bir işaret fişeğiydi. Her annenin yakarışı, sadece bir ağıt değil; kelimelerin diz çöktüğü yerde yükselen ilahi bir sesti. Ben o sesin yankısını kalbimde duyduğumda, artık susamaz oldum. Kalbimin içinden yükselen kıyam çağrısı, bütün sessizliklerimi boğarak beni harekete geçirdi. Ne zaman gözlerimi kapatsam, yıkılan bir minaredeki ezanın hâlâ susmadığını duydum. Ne zaman başımı eğsem, taşların altından bana uzanan bir el hissettim. O el, sadece yardım isteyen bir el değil; bizzat benim sorumluluğumu hatırlatan bir tanıklıktı. Kudüs benim için haritada çizili bir sınır değil, kalbimde yeniden doğan bir hakikat merkezi haline geldi. Ve bu hakikat beni yalnız bırakmadı. Her adımda içimde bir yön duygusu, bir iman haritası oluştu. Her suskunluk beni yokluğa değil, yeniden düşünmeye sevk etti. Artık neyi niçin unuttuğumu, hangi hakikate neden kör kaldığımı sorgulamaya başladım. Ve bu sorgu, beni inşa etti. Sessizliğin acısını yaşadım. Suskunluğun yükünü omzumda hissettim. Ama yine de içimde dirilen her kıyam, beni yeni bir secdeye taşıdı. Çünkü artık biliyorum ki Kudüs için ayağa kalkmak, yalnızca oraya varmak anlamı taşımıyor. Asıl mesele, içimizdeki yönsüzlüğü kıbleye dönüştürmektir. Ve ben o dönüşü yaşadım. Bu yazı, işte bu dönüşümün tanıklığıdır. Her kelimesi, içimde bir kıyamın yankısıdır.

Devamını oku: Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı

İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 09 Haziran 2025
Görüntüleme: 151
  • Diriliş
  • İhlas
  • Rabıta
  • Tevhid
  • Süleymaniye

Daha arefe günü gelmeden, içimde bir şey usulca şekil değiştirdi; sanki günlerin sıradanlığı içinde gizlenmiş bir çağrı, vakti geldiğinde sesini yükseltti. Bu yıl bayramı, o eski kalabalık sofralarda, tanıdık yüzlerin arasında değil, sessizliğin içinde yeniden var olacağım bir iç buluşmada karşılamaya karar verdim. Bu karar, bir tür programlama değil; bir yönelişti. Modern insanın bin parçaya bölünmüş zaman tasavvuruna karşılık, bendeki bu yöneliş, parçalanmış zamanları birleştirmek ve dağınık anlam kırıntılarını toplayarak bir bütünlükte yeniden yoğrulmak içindi. Bayramın üçüncü günü sabah saat dokuz gibi yola çıkarken yanımda yalnızca birkaç eşya değil, onlarca düşünce, yılların biriktirdiği tefekkür, içinde bulunduğum çağın yükleri ve bana emanet edilen bir arayış vardı. 

Güzergâhı ben değil, bahar belirledi. Bahar, yola eşlik eden değil; yolda bizzat konuşan, işaret eden, durduran ve düşündüren bir rehberdi. Dağların eteğinden süzülen kuş sesleri, güneşin toprağa dokunan elleri, rüzgârın bazen okşayıp bazen silkelediği o narin ağaçlar, yolculuğun yalnızca fizikî değil, derûnî olduğunu fısıldıyordu. Rutin şehir yollarından bilinçli bir sapmayla uzaklaştım; çünkü aradığım şey, sadece bir mekâna ulaşmak değil, o mekâna hazırlanmak, ona layık bir ruh hâliyle varabilmekti. Görmenin, işitmenin, hatta düşünmenin bile eskiyip sıradanlaştığı bu çağda, yeniden görmenin, yeniden işitmenin ve yeniden düşünmenin yolunu bulmam gerekiyordu. Bu yüzden baharın hikâyesiyle birleşen bu yolculuk, bana hem zahiri bir tazelik hem de bâtıni bir yenilenme sundu.

Devamını oku: İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet

Dergin Varsa, Derdin Hakikattir

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: Blog
Yayınlandı: 31 May 2025
Görüntüleme: 79

Dergin mi var? Derdin var. Bu cümle, Nazım Hikmet Polat’ın konuşmasında yalnızca bir kelime oyunu değil, aynı zamanda bir çağrının, bir sorumluluğun, bir hesaplaşmanın kapısını aralayan yüklü bir beyan olarak yankılandı salonda. Kalabalığın arasında nefes alan her zihin, bu cümlede kendi yarasını, kendi yalnızlığını, kendi arayışını gördü. Zira dergi çıkarmak, yalnızca birkaç yazı basıp birkaç fikir yayımlamak değil; bir zaman ruhuna ayna tutmak, geçmişin izlerini geleceğe taşıyacak kadar derin bir iz bırakmaktır. Türkçe düşünmenin ve Türkçe sanat yapmanın mahremiyetine dokunmak isteyen her fikir işçisinin ilk meskeni bir dergi kapısıdır. Fakat bu kapıdan içeri adım atmak, bir mabede girmeye benzer; ayakkabılarla değil, önyargılarla değil, kalbin en saf çırpınışıyla girilir. Nazım Hikmet Polat’ın sesinde, yalnızca akademik dergiciliğin meseleleri değil, Türklük bilimi adı verilen o kadim ve kırılgan alana duyulan vefasızlık da dile geldi. 1888 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin Bursa’da konuşulan Türkçeyi en güzel Türkçe olarak görmesi, bugünün taşlaşmış, yabancılaşmış dillerinden ve kelimesizliğinden daha anlamlıdır. Çünkü konuştuğumuz gibi yaşamıyoruz artık. Kelimelerimiz bizden uzaklaştıkça, dergilerimiz de bizden uzaklaşıyor. Dergiler artık parayla yaşatılmak istenen solgun birer bitki gibi. Oysa hakikatin yeşermesi, yalnızca toprakla değil, dirayetle, inatla, aşkla mümkündür. 

Devamını oku: Dergin Varsa, Derdin Hakikattir

Sayfa 1 / 13

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Dergin Varsa, Derdin Hakikattir
  • Sessizliğin Eşiğinde, Dirilişin İzinde
  • Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm
  • Giriş yap