nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa

nurigür

5- Edebiyatın Üç Tepesi ve Yeni Bir Ufka Bakış: Metris’ten Bugüne Fikir, Sanat ve Hakikat

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: eda ba
Yayınlandı: 15 Şubat 2025
Görüntüleme: 116
  • Edebiyat ve Kimlik
  • Yahya Kemal ve Metris Tepesi
  • Gelenek ve Modernite
  • Milli Hafıza ve Sanat

Gecenin içinde bir kurt, gözlerinde alev gibi yanan bir kararlılıkla, düşmanlarına meydan okuyor. Vigny’nin "Kurdun Ölümü" şiirinde anlatılan bu sahne, Yahya Kemal’in öğrencilerine verdiği dersin tam ortasında yankılanır. Metris Tepesi'nden bakarken bir milletin kaderini yeniden yazmak, sadece savaş meydanlarında değil, kelimelerin ve fikirlerin dünyasında da bir mücadele gerektirir. İşte bu yüzden edebiyat, yalnızca bir sanat değil, bir hafıza ve direniş biçimidir.

Edebiyatın bir milletin aynası olduğu fikri, Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’in öncülüğünde ortaya çıkan Yeni Mecmua ve Dergâh Mecmuası etrafında şekillenmişti. Çamlıca, Tepebaşı ve nihayet Metris Tepesi, edebiyatın değişen yönelimlerini ve dönemin ruhunu simgeleyen üç ana eksen oldu. Namık Kemal’in romantik hayalleri Çamlıca’da yankılanırken, Tepebaşı’nda Servet-i Fünun’un hüzünlü melankolisi hâkimdi. Ancak Yahya Kemal, edebiyatın artık bir düşler âlemi olmaktan çıkıp, milletin ve memleketin sesi olması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için Metris Tepesi’ni işaret etti; çünkü oradan bakıldığında artık sadece geçmişin gölgeleri değil, geleceğin doğuşu da görünüyordu.

Devamını oku: 5- Edebiyatın Üç Tepesi ve Yeni Bir Ufka Bakış: Metris’ten Bugüne Fikir, Sanat ve Hakikat

4- Ziya Gökalp ve Yahya Kemal’in Zihinsel Kavşakları: Gelenek, Modernite Ve Milletin Kültürel Hafızası

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: eda ba
Yayınlandı: 15 Şubat 2025
Görüntüleme: 64
  • ZiyaGökalp
  • YahyaKemal
  • TürkModernleşmesi
  • MilliKültür
  • KültürelKimlik

 

Her millet, kendi geçmişiyle yüzleşme biçimiyle inşa olur. Tarih, sadece olayların kronolojik sıralanmasından ibaret değildir; o, bir milletin ruhunu, özlemlerini ve kırılmalarını taşıyan bir zaman nehridir. İşte bu nedenle Yahya Kemal ve Ziya Gökalp gibi isimler, sadece düşünce insanı olarak değil, aynı zamanda bu nehrin akış yönünü tayin etmeye çalışan köprüler olarak görülmelidir.

Biri sanatın ve estetiğin derin sularında gezinirken, diğeri milletin sosyolojik yapısını inşa etmeye odaklanmış bir kuramcıdır. Biri Osmanlı mirasını yücelterek geçmişle bağ kurmayı savunurken, diğeri eski Türk kültürünü referans noktası olarak alarak modernleşmenin temelini atmaya çalışmıştır. Peki, bu iki dev figür arasındaki fikir çatışmaları, aslında neyin mücadelesiydi? Sanat ve ideoloji arasındaki derin uçurum mu? Yoksa geleneği yaşatmanın ve moderniteyi benimsemenin yolları mı?

Devamını oku: 4- Ziya Gökalp ve Yahya Kemal’in Zihinsel Kavşakları: Gelenek, Modernite Ve Milletin Kültürel...

3- Gölgesi Uzun Bir Tartışma: Kadızâdeliler ve Bir Medeniyetin Kavşak Noktası

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: eda ba
Yayınlandı: 15 Şubat 2025
Görüntüleme: 51
  • Kadızadeliler
  • Tasavvuf
  • OsmanlıFikirTartışmaları
  • GelenekVeModernite
  • MedeniyetÇatışmaları

Şehir, sabahın ilk ışıklarıyla yavaşça uyanırken, Boğaz'dan yükselen sis camilerin minarelerine yaslanıyor. Ahşap konakların pencerelerinden tüten incecik dumanlar, yüzyıllardır süregelen bir medeniyetin nefes alışlarını simgeliyor adeta. Fakat bu görüntünün ardında, Osmanlı’nın derin sularında bir mücadele gizlidir. Bu, yalnızca siyasi ve ekonomik çalkantıların yarattığı bir karmaşa değildir; aksine, bir medeniyetin kendi varoluş biçimiyle hesaplaşmasının izlerini taşır.

XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarında yankılanan bir tartışma, sadece devrin aktörleri arasında bir çekişme olmaktan öte, yüzlerce yıl boyunca devam eden bir medeniyet krizinin sembolü hâline gelmiştir. Kadızâdeliler ile tasavvuf erbabı arasındaki bu fikirsel mücadele, kökleri çok daha derinlere uzanan bir ayrışmanın su yüzüne çıkmasıdır: Din mi yoksa akıl mı? Geçmişin katı sureti mi yoksa hayatın değişken akışı mı?

Devamını oku: 3- Gölgesi Uzun Bir Tartışma: Kadızâdeliler ve Bir Medeniyetin Kavşak Noktası

2- Eve Dönen Adam ve Kültürel Hafızanın İzinde

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
Kategori: eda ba
Yayınlandı: 15 Şubat 2025
Görüntüleme: 131
  • Kimlik Arayışları
  • Yahya Kemal Beyatlı
  • Özgünlük Hafıza
  • Modernleşme ve Gelenek
  • Nev-Yunanilik ve Osmanlı Ruhu

 

Bazı yolculuklar sadece fiziksel değildir; insan, bazen kendi içine döner, bazen de geçmişin sessiz sokaklarında kaybolur. Yahya Kemal’in Paris’ten İstanbul’a dönüşü, yalnızca coğrafi bir hareket değildi; bir kimlik arayışı, bir kaybolmuşluğu yeniden bulma çabasıydı. Dokuz yıl boyunca Batı’nın meydanlarında dolaşan şair, döndüğünde eski mahallesinde bir yabancı gibi hissediyordu. Frenk hayatının parlak ışıkları, Osmanlı sokaklarının gölgeli sabahlarına sızdığında, iç dünyasında bir çatışma başlamıştı: Modernleşme ile gelenek, rasyonalite ile estetik, Batı hayranlığı ile köklerine duyduğu derin sevgi arasında sıkışmış bir ruh…

 

Onun yolculuğu yalnızca bireysel bir hikâye değil, aynı zamanda toplumun da hikâyesiydi. Yahya Kemal’in Paris’te öğrendiği şey, aslında ona kim olduğunu hatırlatmıştı. Nev-Yunanilik hayaliyle çıktığı yolda, bir süre sonra bu düşünceyi terk ederek Osmanlı medeniyetinin ruhuna yöneldi. Zira Batı’nın “Yunan Mucizesi” dediği şeyin, sadece Yunan’a ait olmadığını, Akdeniz’in ortak bir eseri olduğunu fark etmişti. Bu dönüş, sadece entelektüel bir tavır değişikliği değil, aynı zamanda kişisel bir aydınlanmaydı. İstanbul’a döndüğünde, tanıdığı sokakların artık ona yabancı geldiğini hissetti ama derinlerde bir yerde hâlâ ait olduğu bir şeyler olduğunu da biliyordu.

Devamını oku: 2- Eve Dönen Adam ve Kültürel Hafızanın İzinde

Sayfa 12 / 13

  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • 11
  • 12
  • 13

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Dergin Varsa, Derdin Hakikattir
  • Sessizliğin Eşiğinde, Dirilişin İzinde
  • Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm
  • Giriş yap