nuri gür
  • Ruzname
      • eda ba
      • ads jr
  • Duhul Et
    • Ruzname
    • Makalat
      • Ayrılık Feryadı
      • Gölgedeki Güç
      • Kendi Olmak
      • Para Ve Politika
  1. Buradasınız:  
  2. Anasayfa
  3. Mesel
  4. Ruzname

Dergin Varsa, Derdin Hakikattir

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR

Dergin mi var? Derdin var. Bu cümle, Nazım Hikmet Polat’ın konuşmasında yalnızca bir kelime oyunu değil, aynı zamanda bir çağrının, bir sorumluluğun, bir hesaplaşmanın kapısını aralayan yüklü bir beyan olarak yankılandı salonda. Kalabalığın arasında nefes alan her zihin, bu cümlede kendi yarasını, kendi yalnızlığını, kendi arayışını gördü. Zira dergi çıkarmak, yalnızca birkaç yazı basıp birkaç fikir yayımlamak değil; bir zaman ruhuna ayna tutmak, geçmişin izlerini geleceğe taşıyacak kadar derin bir iz bırakmaktır. Türkçe düşünmenin ve Türkçe sanat yapmanın mahremiyetine dokunmak isteyen her fikir işçisinin ilk meskeni bir dergi kapısıdır. Fakat bu kapıdan içeri adım atmak, bir mabede girmeye benzer; ayakkabılarla değil, önyargılarla değil, kalbin en saf çırpınışıyla girilir. Nazım Hikmet Polat’ın sesinde, yalnızca akademik dergiciliğin meseleleri değil, Türklük bilimi adı verilen o kadim ve kırılgan alana duyulan vefasızlık da dile geldi. 1888 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin Bursa’da konuşulan Türkçeyi en güzel Türkçe olarak görmesi, bugünün taşlaşmış, yabancılaşmış dillerinden ve kelimesizliğinden daha anlamlıdır. Çünkü konuştuğumuz gibi yaşamıyoruz artık. Kelimelerimiz bizden uzaklaştıkça, dergilerimiz de bizden uzaklaşıyor. Dergiler artık parayla yaşatılmak istenen solgun birer bitki gibi. Oysa hakikatin yeşermesi, yalnızca toprakla değil, dirayetle, inatla, aşkla mümkündür. 

Devamını oku: Dergin Varsa, Derdin Hakikattir

Sessizliğin Eşiğinde, Dirilişin İzinde

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
  • Diriliş
  • Sabır
  • Sessizlik
  • Kayıp
  • Hatırlayış

 

Yaşam, çoğu zaman dikkatle şekillendirilmiş bir yüzey gibi görünse de altında derin bir sarsıntının, sürekli kımıldayan bir hakikatin titreşimi hissedilir. O titreşim, insanın varoluşuna sinmiş olan ölümün, sadece sona ait bir kapanış olmadığını, belki de başlangıcın en sarsıcı biçimi olduğunu fısıldar; çünkü ölüm, suskunluğun en gürültülü hâlidir ve hayat dediğimiz şeyin, onun gölgesinde olgunlaştığını unutmak, insanın kendi köklerini inkâr etmesidir. Ne zaman ki insan yaşadığını zannettiği anda aslında neyi yaşamadığını fark eder; işte o an, ölümle tanışıklığın kapısı aralanır, çünkü ölüm sadece bir yokluk değil, aynı zamanda bir çağrıdır. Bu çağrı, ruhun derinlerinde yankılanan ve hayatın bütün perdesini delip geçen bir ses gibidir; ne kadar bastırılırsa bastırılsın, bir gün bir gözyaşının tuzunda, bir sessizliğin içinde, bir vedanın ardından açığa çıkar.

 

Ölümün dokunuşu, yalnızca bedenle sınırlı kalmaz; o dokunuş geçmişi, şimdiyle ve gelecekle bağlayan bir zincir gibi ruhu sarar. İnsan, her gün biraz daha eksilirken, bu eksilmenin adını koymazsa, yaşamı yanlış bir adla çağırmaya başlar; çünkü adı konmamış her gerçeklik, bir körlüğe dönüşür. Oysa ölüm, adı bilinen bir bilgeliktir; ona hazırlanmak, sadece bir ritüel değil, aynı zamanda bir ruh terbiyesidir. Her gün biraz daha ölüme yaklaşırken, bunu hissetmeyen bir bilinç, zamanın sadece takvimde ilerlediğini sanır; hâlbuki ölüm, kalbin içinde bir saat gibi işler. Dakikalar ruhu törpülerken, insan kendini sabırsızca yaşamın köşelerine savurur ve orada kaderin ona biçtiği anlamı kaçırır. Çünkü kader, bir yazgıdan öte, insanın seçimleriyle şekillenen bir aynadır; o aynaya bakabilmek için cesaret gerekir, çünkü ölümün yansıması orada en çıplak hâliyle görünür.

Devamını oku: Sessizliğin Eşiğinde, Dirilişin İzinde

Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm

Ayrıntılar
Yazan: Nuri GÜR
  • Düşünce
  • Özgürlük
  • Hakikat
  • Toplum
  • Evrim

İnsan düşüncesi, çağlar boyunca değişen, dönüşen ve kendini sürekli yeniden inşa eden bir akışın içinde var olmuştur. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen fikirler, medeniyetleri şekillendirmiş, toplumların yönünü belirlemiş ve insanın varoluşunu anlamlandırmasına aracılık etmiştir.  Ancak bu akış içinde kimi zaman düşüncenin kendisi bir pranga haline gelmiş, insanı özgürleştirmesi gereken fikirler, onu bir kalıba hapseden araçlara dönüşmüştür. Entelektüel dünyada var olmak isteyen insan, bir noktadan sonra sadece düşünmenin yeterli olmadığını, düşüncenin hangi kaynaktan beslendiğinin, nasıl şekillendirildiğinin ve neye hizmet ettiğinin de önemli olduğunu fark eder. Düşünceyi sadece bir bilgi birikimi olarak görmek, onun özündeki dinamizmi ve dönüşme yetisini göz ardı etmek anlamına gelir. Zira düşünce, yalnızca öğrenmekten ibaret değildir; aynı zamanda eleştirel bir bakış açısına sahip olmayı, sorgulamayı ve gerektiğinde kabul edilen doğrulara karşı yeni yollar açmayı gerektirir.

Düşüncenin akışkan ve özgür yapısı, kimi zaman toplumlar tarafından tehdit olarak algılanmış, sistemler ve ideolojiler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bir fikrin savunucusu olmak, çoğu zaman onu mutlak bir doğruya dönüştürme çabasıyla birlikte gelir. Bu da düşünceyi canlı bir organizma olmaktan çıkarıp katılaşmış, sorgulanamaz dogmalara dönüştürme riskini doğurur. Oysa hakikat, tek bir görüşe indirgenemez, tek bir ideolojinin sınırları içine hapsedilemez. Bir fikrin değerli olması, onun insanı ve toplumu ileriye taşıyıp taşımadığıyla ölçülmelidir. Eğer düşünce, insanı köreltiyor, onu tek bir pencereden bakmaya zorluyor ve farklı perspektifleri reddediyorsa, o artık bir bilgi kaynağı olmaktan çıkıp bir inanç sistemine dönüşmüş demektir.

Devamını oku: Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm

  1. Zamanın Kuyumcusu
  2. İnsanlığın Küllerinden Doğuşu

Sayfa 2 / 8

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8

Ana Menü

  • nurigür

Giriş Formu

  • Şifrenizi mi unuttunuz?
  • Kullanıcı adınızı mı unuttunuz?
  • Bir hesap oluşturun
  • Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

    Günlerin ardı sıra yığıldığı bir çağda yaşıyorum; takvim yaprakları değil de sanki yıldızlar düşüyor gökyüzünden, her biri bir hakikati söndürerek. Zaman dediğimiz şey, artık içinde yön barındırmayan dev bir döngüye dönüştü; merkezini kaybetmiş bir çark gibi dönüyor, fakat nereye döndüğünü bilen yok. Eskiden zamanın kutsallığı vardı; bir doğuşun, bir ölüşün, bir dirilişin ritmiyle yoğrulurdu insan. Şimdi ise saatler yalnızca üretim periyotlarını, tüketim kampanyalarını ve sinir krizi aralıklarını ölçen metalik bir tanrı gibi. Bense bu anlamsız ritmin ortasında hâlâ bir merkezin varlığını hissediyor, kaybolmuşun izini süren bir seyyah gibi geçmişin kozmik ahengini kulaklarımda duymaya çalışıyorum.

    Bir zamanlar gökyüzü yalnızca astronomik bir veri kümesi değildi; yıldızlar, göç eden ruhlar gibi semayı geçerken hikmetin harflerini yazardı. Kozmosun matematiği, zihnin değil, kalbin sezgisiyle okunurdu. Fakat sonra biri çıkıp dedi ki: “Dünya dönüyor.” O sözle birlikte yalnızca yeryüzü değil, düşünce de döndü. Artık gök değil, göz egemendi; sezgi değil, hesap belirleyiciydi. Evrenin merkezinde duran kutsal dünya fikri, o cümleyle birlikte yerle bir oldu. O an, insanlık kendi eksenini de kaybetti. Kopernik yalnızca astronomiyle değil, hakikatle ilgili bir kırılma başlatmıştı. Bu kırılma, zamanla merkezî olan her şeyi değersizleştiren bir seküler depreme dönüştü. Artık ne Tanrı göklerin tepesindeydi, ne insan kendini kainatın anlam halkası içinde hissediyordu.

    Devamını oku: Tevhidin Gölgesinde Merkeze Dönüş

  • Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

    İnsanlık tarihi boyunca kadın, yalnızca biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin temel taşı olarak varlık göstermiştir. Doğanın bir parçası gibi görülen kadın, aynı zamanda bilincin, üretimin ve medeniyetin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak, tarih boyunca kadının bu konumu her zaman hakkıyla teslim edilmemiş, çoğu zaman bastırılmış, sınırlandırılmış veya göz ardı edilmiştir. Hak ettiği saygıyı ve değeri bulamadığı dönemler, toplumların da gerilediği, insanlığın eksik kaldığı dönemler olmuştur.

    Kadının toplumdaki rolü tarihsel olarak farklı kültürlerde değişkenlik göstermiş, bazı medeniyetlerde kadın bir güç ve otorite figürü olarak görülürken, bazılarında yalnızca itaat eden bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Fakat insanın değeri, cinsiyetle ölçülemez. Kadın ve erkek, insanlık çatısının iki eşit sütunu olarak varlık gösterir. Bu eşitlik, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve hukuki bir eşitliktir. Bir toplumun gerçek anlamda kalkınması, kadın ve erkeğin bir arada, hak ve sorumluluk bakımından eşit koşullarda yaşaması ile mümkündür.

    Devamını oku: Kadının İnsanlığın Temel Taşı Oluşu

  • Kırılgan Demokrasi

    Dünyanın siyasi sahnesinde yankılanan en büyük trajediler, genellikle öncesinde sessiz bir fısıltıyla başlar. Almanya’da aşırı sağın yükselişi, sadece bir ülkenin değil, bir kıtanın, hatta belki de bir medeniyetin derinlerde yatan fay hatlarını harekete geçiren bir sarsıntıdır. Geçmişin gölgeleri, 1930’ların karanlık dehlizlerinden süzülerek bugünün Avrupa’sına ulaşmış, rüzgarın yönünü değiştirerek küresel demokratik düzenin kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, bu dalganın Türkiye’ye ulaşmayacağını düşünmek, gemisini fırtınada rotasız bırakmış bir kaptanın saflığına benzer. Türkiye’nin tarihinde, kimlik ve ideoloji üzerinden şekillenen gerilimler, Avrupa’daki dönüşümlerin bir yansıması olmaktan çok, onunla iç içe geçmiş bir hikâyenin parçasıdır. Demokrasi, burada da bir avuç toprağa ekilen narin bir tohum gibi, bazen büyümeye yüz tutmuş, bazen sert rüzgârlarla savrulmuş, ama hiçbir zaman köklerini tamamen kaybetmemiştir.

    Ancak, demokrasinin yalnızca seçim sandığında belirlenen bir ritüelden ibaret olmadığı gerçeği, çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Oysa özgürlük, sadece oy pusulasına işaretlenen bir tercih değil, bireyin günlük yaşamında hissettiği, soluduğu, varlığına içkin bir hakikat olmalıdır. Almanya’daki aşırı sağın yükselişinin temelinde, ekonomik belirsizliklerin, kimlik krizlerinin ve küreselleşmenin doğurduğu güvensizliğin yattığını söyleyen siyaset bilimciler, aslında tüm bu parametrelerin Türkiye’de de benzer şekilde var olduğunu göz ardı edemezler. Büyük şehirlerin caddelerinde yankılanan huzursuzluk, kırsal kesimlerde fısıldanan gelecek kaygısı ve medya üzerinden inşa edilen korku politikaları, demokrasinin ruhunu adeta bir paslı çivi gibi sabitlemekte, hareket alanını daraltmaktadır. Bugün Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, Türkiye’de de kendi yankısını bulmuş, sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medya platformlarında dillendirilen en temel söylemler haline gelmiştir. Sınırlar kapatılmalı, kültürel saflık korunmalı, geçmişin görkemi yeniden inşa edilmelidir. Ancak bu retorik, bir halkın geleceğini kurma idealinden çok, onu geçmişin hatalarına zincirleme arzusunu barındırmaktadır.

    Devamını oku: Kırılgan Demokrasi

Popüler Etiketler

Düşünce 7 Özgürlük 6 Doğa 4 Diriliş 4 Hakikat 4 Dönüşüm 3 Kimlik Arayışları 2 Siber Dolandırıcılık 2

Eski Gönderiler

  • İlahi Adaletin Terazisi ve Vahdetin Işığı
  • Secdeyle Dirilen Medeniyet: Kudüs’ün Sessiz Çağrısı
  • İhlâsın Eşiğinde Bir Bayram: Kalpten Kalbe Kurulan Medeniyet
  • Dergin Varsa, Derdin Hakikattir
  • Sessizliğin Eşiğinde, Dirilişin İzinde
  • Düşüncenin Özgürlüğü, Evrimi ve Toplumsal Dönüşüm
  • Giriş yap